16 Temmuz 2013 Salı

HARRY POTTER'LA BÜYÜYEN ÇOCUK


    Ben bir Harry Potter hayranıyım:) İlk kitabı hasbelkader, diğer 6 kitabı ise satışa çıkmasını sabırsızlıkla bekledikten sonra bir çırpıda okudum. Her ne kadar en sonunda çoluk çocuğa karışmış olarak görsek de, annesinin yaptığı sihirle korunan o küçük yetime bayılıyordum. 


    
    Konuyu şuraya bağlayacağım. Serinin ilk kitabını 23 yaşımdayken, yani biraz ileri bir yaşta okumuştum ben. Dolayısıyla Harry'nin benim gelişimimi etkilemesi mümkün değildi. Fakat çok daha küçük yaşlarda Harry Potter'la, onun zor ama büyülü dünyası ile tanışanların bugün nasıl gençler olduğunu merak etmiş birileri. Ve araştırmış. Hafta sonu Hürriyet IK ekinde Serdar Devrim'in köşesinde(*) okudum bu haberi. Aynen aktarıyorum:

    "....Eğlenceli bir araştırma haberi geldi geçenlerde.
    Vermont Üniversitesi'nden siyaset bilimi uzmanı Anthony Gierzynski, iki yıl boyunca bin kadar gençle görüşerek bir araştırma yürütmüş. Hedef, 7 kitap ve 8 filmlik Harry Potter serisinin gençlerin gelişimi üzerindeki etkisini belirlemek.
    Gierzynski, geçen hafta ABD'de piyasaya çıkan Harry Potter And The Millenials adlı kitabında bu araştırmanın sonuçlarını değerlendiriyor.
    Özetle diyor ki:
  * Harry Potter serisinin ilk kitabı (İngiltere'de 1997'de) yayımlandığında 10-12 yaşında olan çocuklar bugün 20'li yaşlarda gençler.
  * Harry Potter okuyarak ve seyrederek büyümüş gençlerin hayata bakışları ve tepkileri diğer gençlerden gözle görülür şekilde farklı.
  * Harry Potter'ın 'Kötülerin Lideri' Voldemort'a karşı verdiği mücadele, bu gençlerin pek çoğunu siyaseten etkilemiş ve şekillendirmiş. Politikaya diğer gençler kadar uzak durmuyorlar.
  * Bu gençler farklılıklara daha açık, siyasal açıdan daha hoşgörülü. ("Mesela bu gençlere ABD'de ayrımcılığa uğrayan gruplar - Müslümanlar, Afro-amerikalılar, göçmenler, eşcinseller, kimliksizler vb. hakkında ne düşündüklerini sorduk. Harry Potter okuyanlar diğerlerinden kesinlikle daha hoşgörülü ve kucaklayıcı".)
  * Otoriteyi kabullenmeye kolay yanaşmıyorlar. Şef müsveddelerini, katı normları, kalıplara uymayı kabullenmeyi reddediyorlar.
  * Daha şüpheci ama daha açık ve dürüstler.
  * "Dünyadaki olumsuzlukları ortadan kaldırmak istiyorsan, seyirci kalma; tepkini göster ve harekete geç. Daha iyi bir dünyada yaşamak için oturup Dumbledore'un bir mucize yapmasını bekleme, bilinçlen ve diren" diyorlar. "

    Serdar Devrim araştırmanın sonuçlarını özetlemiş ve "Bu tanımlar, bilmem size de tanıdık geldi mi?" demiş. Vallahi geldi:) Fantastik kitapların, filmlerin, oyunların çocukları olumsuz etkilediğini düşünür ve kendi çocukluğumun naif kahramanlarıyla şimdiki çocukların kahramanlarını karşılaştırırdım, ardından "cık, cık, cık" çekerdim bazen. Demek ki neymiş? Gençleri gerçekten  anlamaya çalışmak gerekiyormuş. Önyargılı olmamak gerekiyormuş. Her kuşağın kendine özgü fikir ve hareket tarzı olabileceğini kabul etmek gerekiyormuş. Ve sanat... Çocukları çok ama çok etkiliyormuş. Bir de Harry Potter gerçekten çok tatlıymış:)
    Çocuklarımız kötülükleri eninde sonunda alt edeceklerini düşünüyorlar; büyülü dünyalara, cesur ve iyi yürekli kahramanlara -hatta o kahramanın bizzat kendileri olduklarına- inanıyorlar. Umarım onlar haklıdır.
Gönülden diliyorum ki... Allah onların her birinin güzel kalbine göre versin.


    * "Protestocu Gençler, Harry Potter ve Biz" - Serdar Devrim - Hürriyet İnsan Kaynakları eki - 14/07/2013


6 Temmuz 2013 Cumartesi

FRİDA KAHLO... KÜLLERİNDEN DOĞAN RESSAM...


    Bundan 106 yıl önce tam da bugün, 6 Temmuz 1907'de Meksika Coyoacan'da doğar Frida. 6 yaşında geçirdiği çocuk felci sonucunda bir bacağı sakat kalır ve diğer çocukların onu tüm acımasızlıklarıyla "tahta bacaklı Frida" olarak adlandırmalarına neden olur. Bu olay, yaşamı boyunca onu takip edecek olan acıların başlangıcıdır.
    Bir bacağı sakattır belki ama çok farklı bir güzelliğe sahiptir Frida. Sade ama çarpıcı... Dikkat çekici... Tıp okumak, doktor olmak en büyük hayalidir. 17 yaşında geçirdiği trafik kazası hayallerini yıktığı gibi, hayatının bambaşka bir yönde ilerlemesine neden olur. Nişanlısı Alejandro ile birlikte bindikleri otobüse bir tren çarpar. Daha sonra o kazayı şöyle anlatır Frida: "Önce başka otobüse binmiştik. Ama küçük şemsiyemi unuttuğumu görünce, aramak için indik. Beni harap eden 2.otobüse böylece bindik". Sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkan bir demir, ardı ardına gelen ameliyatların; alçı, deri ve çelik korselerin nedeni olur. Hayatı boyunca 32 kez ameliyat olur. Her korsenin takılması, çıkarılması ayrı bir işkencedir. Hayatından umut kesilir ama ölmez Frida. Sıkı sıkı tutunur hayata. "Yaşamım, geçirdiğim kazanın çiğ görüntüsü üzerine konmuş saydam bir kopya kağıdı gibiydi" der. Yatakta sırtüstü yatarak geçirdiği ayların sonucunda Ressam Frida doğar. Frida Kahlo... O kadar umutsuz durumdadır ki... Annesi yatağının tavanını ayna ile kaplatır ki hiç olmazsa kendisine bakarak oyalansın. İlk önce bozulur bu duruma ama bir gün ailesinden boya kalemleri ve kağıt ister. Yattığı yerden tavandaki aynaya bakarak otoportrelerini yapmaya başlar. Aynası için "Günlerimin ve gecelerimin celladı ayna" demektedir. Ve bir gün ayağa kalkar. Ama resim yapmayı hiç bırakmaz. 
   


   
    Kazadan sonra nişanlısı onu terk etmiştir tabii ki. Fakat Frida çekicidir, ışıltılıdır....       22 yaşındayken dönemin en ünlü ressamlarından Diego Rivera ile evlenirler. Diego 43 yaşındadır. Annesi bu evlilik için "Bir fil ile güvercinin evliliği" der. Frida ne kadar ufak tefek ve narinse, Diego da o kadar cüsseli bir erkektir. Çok popüler bir çift olurlar. Evleri dönemin sanatçılarının ve sosyalistlerinin uğrak yeri olmuştur. 10 yıl sonra Diego'nun çapkınlıkları nedeniyle boşanırlar ama 1 yıl sonra tekrar evlenirler. "Biricik kurbağama aşıktım" der Frida. Gerçi kendisi de pek uslu durmamıştır. Aralarında Troçki'nin de bulunduğu sevgilileri olur. Fakat ne olursa olsun Frida denince Diego; Diego denince Frida gelir akıllara.
   
Çocuğu olsun ister Frida. Hem de çok ister ama 3 hamileliği düşükle sonlanır. Birçok resminde geçirmiş olduğu düşükler, doğmamış bebekleri yer alır.
    Yaşamının sonlarına doğru yeni hastalıklarla, yeni ameliyatlarla boğuşmak zorunda kalır. Defalarca hastaneye yatar. Ama resim yapmaktan vazgeçmez. Hasta yatağında da olsa süslenir ve resim yapmaya devam eder. Deri iltihabı, böbrek problemleri derken... Ölümünden 1 yıl önce sakat olan bacağını kesmek zorunda kalırlar. Ve 47 yaşında hayata gözlerini yumar Frida...
    Frida'yı Sürrealist ressam olarak nitelendirdiklerinde şiddetle karşı çıkmıştır. "Ben sürrealist değilim, tam tersi hayatımın gerçeklerini çiziyorum" der. Sürreal bir hayat yaşamıştır çünkü. Eserlerinde yaşadığı kaza, geçirdiği ameliyatlar, giyindiği korseler, kaybettiği bebekleri vardır. Bir de pek çok otoportre... 
   

    Yaşadığı acıların içinden güçlü bir Frida yaratan sanatçıyı ve eserlerini çok severim. Madem bugün sanatçının 107.doğum günü... Anmak istedim.


Kaynak: Rauda Jamis, Frida Kahlo/Aşk ve Acı (Everest Yayınları)





2 Temmuz 2013 Salı

UNDER THE DOME...


    31 Mayıs'tan beri yaşadığımız gerginlik ve üzüntü nedeniyle mecburi ara verdiğim keyiflere dönmeye başladım yavaş yavaş. Yaklaşık 1 ay boyunca çoğu kimse gibi ne kitap okuyabildim, ne güzel bir film izleyebildim. 2013 Haziran ayı pek çok sebepten asla unutamayacağımız şekilde hafızamıza kazındı. Sıkıntı bitmiş değil tabii ama biraz biraz normal günlük hayatımıza dönmeye başlamışken film ve dizi izlemeye, okuyamadıklarımı okumaya vurdum kendimi. 
    Dexter'ın ekranlara dönmesi de tam bu zamana denk geldi. Özlemişim kendisini:) Sanırım bu sezon final olacak. Sanırım diyorum çünkü "bitecek" diyen de var, "final 2'ye bölünecek" diyen de... 8.sezonun ilk bölümü karamsar başladı. Bir önceki sezondan beri Debra'nın haline nasıl üzüldüğümü anlatamam. Bakalım neler olacak? Umarım çarpıcı bir final yaparlar.
    Dün akşam Dexter'ı izledikten sonra Under The Dome'u izlemeye başladım. O da çok çok enfes başladı. Dizi Stephan King'in aynı adlı romanından uyarlanmış. Kitabını okumamıştım. Zaten kitaba bağlı ilerlemeyecekmiş ve seyircinin tepkisine göre belirlenecekmiş ne kadar süreceği. 
 

    İlgilenenler için konusuna gelecek olursak... Chester's Mill kendi halinde sakin bir kasabadır. Bir gün esrarengiz bir şekilde şeffaf bir kubbe tarafından çevrilir. Esrarengiz kubbenin ne olduğu, neden bu kasabayı kapana kıstırdığı, ne zaman yok olacağı, olaydan birkaç gün önce gizlice kasabaya stoklanan propanla bir ilgisi olup olmadığı gibi konuların nasıl bir sonuca ulaşacağını dizi ilerledikçe göreceğiz. İlk bölümde ayrıca kasaba sakinlerine ilişkin gelişecek pek çok ufak tefek olayın ipucu da verilmiş ki şimdi bunları uzun uzun yazmayayım. İzleyin görün derim. Yazar Stephan King, yapımcı da Stephen Spielberg olunca izlemek şart olmuştu. Pişman olmadım. Kasaba sakinlerinin kiminin kubbenin içinde, kiminin dışında kalmış olması ve birbirlerini duyamamaları, birbirlerine dokunamamaları; kubbenin varlığından habersiz uçak ve arabaların şeffaf engele takılıp parçalanma sahneleri etkileyiciydi.  Bu yaz her bölümü sabırsızlıkla bekleyecek gibiyim.