24 Temmuz 2017 Pazartesi

BUGÜNLERDE...

   
    Güzel şeyler yazmak istiyorum. Dünya keşmekeş içerisinde, az ya da çok herkeste bir sıkıntı. Dün akşam Deniz Bayramoğlu'nun programında izlediğim ve tekrar ürkerek hatırladığım gibi dünyaya her an bir meteor çarpma olasılığı da var:) Kısacası gezdiğin, gördüğün, güldüğün kar. (Bilgisayardan yazıyorum ve hala şu a harfine nasıl şapka takılıyor öğrenemedim). 

    Bu yaz bol bol yüzdüm. Geçen yaz yoğunduk, sıkıntılıydık, Bodrum'da kuzende geçirilen iki günün haricinde deniz tatili yapamamıştık. Bu sene iki hafta boyunca denizden çıkmayarak acısını çıkardık. Bir hafta Bodrum'da, bir hafta Kos Adası'nda çok keyifliydik. Özellikle Kos gezisi ailecek çıktığımız gezilerin hanesine artı puanlarla yerleşti. Gel gör ki konu ister istemez keyifsiz yere kayacak çünkü bizim ayrılmamızdan hemen sonra her iki belde korkunç bir sarsıntı yaşadı. Kayıpsız atlatan Bodrum için mutluyum, Kos için hüzünlü... İki kayıp veren adada yaşayan, gezen, çalışan o kadar çok Türk var ki bunlardan birinin Türk olması kaçınılmaz bir sonuç. Diğeri ise İsveç vatandaşı. Birkaç gün önce dünyanın her yerinden gelen insanlar yaz tatilinin keyifli havasını soluyorlardı hep birlikte. Ada bugün haklı olarak ülkelerine geri dönen turistler nedeniyle tenha bir haldedir muhtemelen. Fotoğraflarını gördüm, gezdiğimiz meydanlar, oturduğumuz kafeler tarumar olmuş. Turizmle geçinen insanlar için üzücü bir durum. Ama yine de bir sonraki yazıda anlatacağım Kos Adası'nda geçirdiğimiz tatili. Dediğim gibi yaşadığımız her güzel an yanımıza kar kalıyor. Ve Ada toparlandığında, yaralarını sardığında yine gidenler olacak, ben de sıcacık insanları hatırına her zaman tavsiye edeceğim. 
    2017 yazı ağır aksak, bir öyle bir böyle ilerliyor... Ben keyifli anlarını yazacağım... 
    







2 Temmuz 2017 Pazar

EDİRNE'DE MUTLU BİR GÜN...

    Birkaç hafta önce Facebook ve Instagram'da mezuniyet fotoğraflarından geçilmiyordu. Anaokulundan tut üniversiteye kadar kepler havada uçuştu:) 
Bazen aynı tip pozların üst üste eklenmesi içimi bayıltsa da annelerin, babaların, akrabaların hevesini anlamaya çalışarak her birinin altına "başarılar, nice başarılara, tebrikler" gibi kutlama sözlerini yazmayı ihmal etmedim:) Şaka bir yana, hepsinin yolu açık olsun. Çocuklar, gençler başımızın tacıdır.
    Bu akademik temelli, bol umutlu, hevesli, heyecanlı ve gururlu dönemi ben de 
es geçemedim, dayanamadım ve kuzenimin mezuniyet fotoğrafını paylaştım:) 
Ve altına da şöyle yazdım: "Canım Giray'ım! Kuzenimdir ama oğlum gibidir. Orhun'dan önce o vardı, bir gün görmesem özlerdim:) Dün gibi gelen bir zamanlar anaokulunun ilk gösterisinde de yanındaydık, bugün üniversiteden mezun olurken de beraberiz. 
Seni çok seviyoruz. Yolun açık olsun aşkım benim".  Hakikaten oğlum gibidir. Dolayısıyla benim için gurur duyulası bir gündü.
    Hava atıyor gibi olmamak için yazmamıştım ama hadi burada söyleyeyim bilgisayar mühendisliği diplomasını aldı:) Biz de onun bu özel gününde yanında olmak için ailecek Trakya Üniversitesi'ne, Edirne yollarına düştük. Erken saatlerdeki törenden sonra diğer tüm veliler gibi Edirne'yi gezdik. Seneler sonra tekrar gittiğim Edirne izlenimlerime geçmeden önce Trakya Üniversitesi'ni çok beğendiğimi belirtmek isterim. Kendi şehirleri dışında bir üniversiteyi yazacak olanların aklında olsun bence.

    Edirne'ye en son yıllar önce üniversite eğitimim sırasında gitmiştim. O zaman amaç akademikti, başta Selimiye Camii olmak üzere Osmanlı yapılarını incelemekti. Gezimiz bu minvalde ilerlemişti yani. Bu sefer daha şehir yaşantısına yönelik, günübirlik bir gezi oldu ve geziye Karaağaç da eklendi.
    Karaağaç'a bayıldım. Yunanistan sınırına sadece 4 km.uzakta olan Karaağaç'ı hepimiz tarih derslerinden hatırlarız. Çok kez el değiştirmiş ve en sonunda savaş tazminatı olarak Lozan Antlaşması ile bize bırakılmıştır. Lozan Anıtı o günlerin hatırası olarak yükselmekte.
   
    Karaağaç'ta bir de tarihi tren garı var ki orada bulunduğun süre içinde kendini bir dönem filmi içerisinde hissetmemen mümkün değil.
    Yapımına 2.Abdülhamid zamanında Rumeli'ye ulaşım için başlanmış. Savaşlar vs. derken yarım kalan bir proje olmuş. Kara tren sembolik ama gar binası çok önemli bir bina. İmparatorluğun son yılları ile Cumhuriyet'in ilk yıllarında Ankara ve İstanbul'da önemli eserler vermiş olan Mimar Kemaleddin'e ait bir bina burası. Önünden geçip gidilen bir çok binanın ona ait olduğunu herkes bilmese de 20 Türk Lirası'nın üzerindeki portresini görmemiş olmak imkansız.
    Karaağaç Tren Garı bugün Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından kullanılmakta. Bence çok yakışmış. Yemyeşil doğanın ortasında, tarih kokan bir binada sanatla ilgilenmek şahane olmalı.

    Tren sembolik zaten dedik ve tırmandık üzerine. Giray küçükken de düz duvara tırmanan çocuklardandı. Hala öyle. Orhun o gün yanımızda değildi, eğer olsaydı o da tepemde olurdu:) Az koşturmadılar beni küçükken.
    Karaağaç, tarihi öneminin yanı sıra sakinliği, çiçeği, çimeni, şirin çay bahçeleriyle de mest etti beni. Sevdiğimi söylediğim bazı arkadaşlarım hafta sonlarında çok kalabalık olduğundan, kalabalığın bıraktığı çöplerin iğrençliğinden bahsettiler ama sanırım hafta içi olduğu için gayet sakindi. Sadece öğrenci aileleri vardı. Umarım bahsettikleri gibi değildir, umarım bir parça bilinçlenme oluşmuştur.
    
    Karaağaç ve Edirne merkezi arasında gidip gelirken otomobille geçtiğimiz Meriç Köprüsü üzerinde yürümesem olmazdı. Bizimkiler Meriç Nehri kenarındaki üniversite tesislerinde oturduklarında onları bıraktım ve köprüde yürüyüş yapıp birkaç fotoğraf çektim.
    
    Yapımına 19.yy.'da Sultan II.Mahmut zamanında başlanıp Sultan Abdülmecit zamanında bitirilen köprü, Bulgaristan'da doğup Enez'de Ege Denizi'ne dökülen 
Meriç Nehri'ni süslüyor ve gün batımında şahane görüntüler sunuyor. 
Köprüde yazıtın yer aldığı köşk

    Akşamüstü saatlerinde bizimkiler yine bir kafede sohbet ederken dayımın "arka tarafta tam senlik bir kule var, git bak istersen" demesiyle tekrar tek başıma görmeye gittiğim yapılardan biri de Makedon Kulesi:) Roma İmparatoru Hadrianus'un yaptırdığı kenti çevreleyen surların ayakta kalmış tek kulesi. Beton binaların arasından yükselen bir hazine gibi adeta. 
    Kulenin çevresi arkeolojik park olarak düzenlenmiş. Burada antik surların kalıntılarını görmek mümkün. Yaklaşık iki yıl önce yayınlanan bir haberden okuduğuma göre Makedon Kulesi için fazla sayıda ziyaretçi hedeflenmiş, restorasyon planları yapılmış. Ancak henüz başlamadığı  görülüyor. Planlandığı gibi iyi bir restorasyon ve çevre düzenlemesi yapılırsa şahane olur. Zira Makedon kulesi özel ve güzel bir yapı. 

    
    Şimdi görüyorum ki o gün biz epeyi bir şey yapmışız. Sultan II.Bayezid Darüşşifası'nı da gezdik mesela. "Darüşşifa" yani bir zamanların "hastane" binası. Klasik olarak cami, medrese, imaret gibi binaların da bulunduğu külliyenin bir parçası. 
    Darüşşifa yapılarını gezmeyi severim. Birçok ülkenin tarihinde görülmeyen düzende oluşumlardır ki ülkemizde Osmanlı'nın yanı sıra Selçuklular'dan da günümüze gelen önemli örnekler bulunur. Gezip gördüklerim arasında Kayseri'deki Gevher Nesibe Şifahanesi'ni tek geçerim. Ziyaretçisi yoktu, bilgilendirme vs. yoktu, eşimle beni güvenlik görevlisi gezdirmişti ama çok etkilenmiştim. Hatta belki de bu yüzden etkilendim. Çünkü dış etkilere maruz kalmadan yapıyla bütünleşebilmiştim. Örneğin Edirne Darüşşifası çok önemli bir müze ve inşa edildiği 15.yy.'da topraklarımızda sağlık sisteminin ne durumda olduğunu şahane anlatıyor ancak bembeyaz sıvalı duvarları ve konu mankenleriyle bana fazla yapay geliyor. Fakat gezip görülmeli tabii ve hatta bilgilendirme yazılarını okumayı ihmal etmeden gezilmeli. 
Gezginlerin piri Evliya Çelebi'nin anlatımları bilhassa önemli ve hoş. Mesela akıl hastalıklarının da tedavi edildiği hastane ve Edirne kızları için şöyle demiş Çelebi: "Darüşşifa'nın odaları çeşitli hastalıklara tutulmuş zenginler, fakirler, yaşlılar ve gençlerle doludur. Hastalar kışın ateşler yakılarak ısıtılmış odalarda yumuşak döşekler ve yorganlarla ipek yuvarlak yastıklara dayanıp inlerler. Bazı odalarda delilik mevsimi olan ilkbaharda, Edirne'nin aşk deryasına düşmüş sevdalı aşıklar çoğalır. Özellikle bahar mevsiminde Edirne'nin dilberleri bimarhaneye (akıl hastalıkları bölümü) gelip divaneleri seyrederler. O dilberleri gören bu fakir Evliya'nın deli olası geldi. O derece güzel kızları vardır. Eski hekimlere göre güzel yüz, güzel ses, saz sesi ve güzel söz insanın içini açıp gamını dağıtır". Şahanesin Çelebi:)


    
    İşte böyle. Mezuniyet dedik gittik, güzel bir gün geçirdik Edirne'de. Akşam yemeğinde Edirne'nin meşhur ciğerini yine pek meşhur Aydın'da tattık. Mekan fazla kalabalık, garsonlar fazla bıkkındı. Fakat ciğer yine enfesti. 
Gece Tarihi Çarşı
    Edirne gez gez bitmez, anlat anlat yetmez şehirlerimizden biri. Tarihiyle, doğasıyla, insanıyla özel bir şehir. Çok şey yapılabilecek Edirne'de ben böyle bir gün geçirdim. Yazdığım kısacık rehberde bile Osmanlı İmparatorluğu var, Roma İmparatorluğu var, Türkiye Cumhuriyeti var. Bilhassa İstanbul'da yaşıyorsak sadece 2.5 saat uzağımızda olduğunu hatırlayıp arada sırada havasını solumalı bana kalırsa.